Henüz Kafabidünya maceramızın başında, belki de acemilikten olsa gerek Tallinn ziyaretimize bir kaç gün öncesine kadar orada kaç gün ve nerede kalacağımız ile ilgili sorulara cevabımız yoktu. Her şeyi son dakikaya bıraktığımız için Riga’daki son gecemizde telaşeliydik. Booking.com ve benzeri sitelerde kalabileceğimiz bütçemize uygun hiç bir seçenek de bulamadık. Couchsurfing’den ise gönderdiğimiz mesajlara ve isteklere aldığımız cevaplar hep olumsuz idi. Ancak son dakika da adeta bir hızır gibi yetişen İsa’ya ne kadar teşekkür etsek az. Her şey çok hızlı gelişmişti ve Tallinn’e ulaşmadan hemen bir gün önce Couchsurfing vasıtasıyla tanıştığımız İsa bizi evinde ağırlamayı kabul etti.
Riga’da geçirdiğimiz çok güzel 5 günün ardından bindiğimiz otobüs 4 buçuk saat sonra Tallinn’e ulaştı. Otogarın yakınlarındaki tramvay ile İsa’nın bize tarif ettiği gibi evine yakın bir durakta indik ve eve kadar olan bir kaç yüz metrelik mesafeyi yürüdük. Sırtımızda 13 kilogramdan daha ağır olan çantalarımız ve içerisinde elektronik, kitap vs gibi eşyalarımızın olduğu ufak çantalarımız ile yürürken adeta iki bacaklı kaplumbağalar gibiyiz. Ve işte Tallinn’de de usanmadan ve yorulmadan arşınladığımız bu yolları düşündükçe Kasia’nın ne kadar güçlü ve motivasyonu yüksek bir kadın olduğunu görüp mutlu oluyorum. Bu seyahatin henüz başındayız ama ben ondan daha güçlü bir insan olmama rağmen, uzun yürüyüşlerden şikayet ettiğim zamanlar oluyor ama Kasia’dan yana hiç bir şikayet ve sızlanma görmedim. Önümüzde aşacak çok uzun yollar var ve ikimiz birbirimize destek olarak bu maceranın altından kolayca kalkabiliriz. İşte Tallinn’e ayak attığımız ilk gün de yürürken bu şeyler vardı aklımda.
İsa’nın evine ulaştık ve eşyalarımızı bırakıp hemen kendimizi dışarıya attık. Kuzey ülkelerinin yaz mevsiminde uzun günler yaşamasından dolayı henüz hava aydınlıktı ve önümüzde en azından şehrin bir kısmını arşınlayabilecek vaktimiz vardı. Ev sahibimiz İsa henüz bir kaç hafta önce Türkiye’den Estonya’ya göç etmiş bir yazılımcı. O da bu şehirde yeni sayılırdı ve eski şehrin sokaklarını arşınlarken birbirimizin hikayelerini dinledik.
Akşam yemeği için eski kentin ara sokaklarında bir yere oturduğumuzda saat 23:00’ü geçiyordu. Bu kadar geçe kalmamızın bir kaç sebebinden en önemlisi bütçemize uygun bir yer aramamız idi. Malum bu seyahat için Kasia ile ben günlük 60 Euro gibi bir harcama bütçesi belirledik ve konaklama için herhangi bir harcamamız olmayacak bile olsa Tallinn’in, özellikle şehir merkezindeki turist ve ziyaretçilerin bolca olduğu yerlerin fiyatları oldukça yüksekti. Sonunda ara sokaklardaki restoranlardan bir tanesine oturduk ve akşam yemeğimizi gece yarısına doğru yedik. Tüm günümüz koşuşturmaca ve hareketle geçmişti. Eve dönerken artık oldukça yorgun hissediyorduk.
Ertesi gün İsa bize yakınlardaki bir yiyecek fuarına birlikte gitmemizi teklif etti. Telliskivi Valjak bölgesindeki ve İsa’nın evinden yürüme mesafesinde olan bu yere ulaştığımızda yiyeceklerin kokusu başımızı döndürmeye yetti. Kalabalıktı ancak rahatsız edici değildi. İnsanların enerjisi yüksekti ve bu enerji bize de iyi geliyordu. Hem yerli hem de dünya mutfaklarının bir çok örneğini bulabildiğimiz fuar alanında bir kaç kez attığımız turdan sonra ellerimizde yiyecekler ile masa kapmaca oynamaya başladık. Yiyeceklerimiz bittikten sonra festival alanının etrafını da keşfedelim dedik ve yürüyerek Peatus isimli vagon restoranların önünden geçtik ve Balti Jaama Turg isimli pazar alanına ulaştık. Burası merkezdeki tren istasyonunun hemen arkasında kalıyor. Yazı yeni yeni karşılayan Tallinnliler’in arasına karışarak pazar alanını turladık ve elimzide çileklerimiz ile bir banka oturup sohbete devam ettik.
Çilek faslı bittikten sonra eski kente doğru yöneldik. Tallinn’in eski kenti gotik mimarisi, arnavut kaldırımı sokakları ile ortaçağdan kalma bir kent gibi. Hatta şehrin merkezini bir gün önce gezerken alacakaranlıktan olsa gerek, dikkat etmediğimiz bir çok şeyle karşılaştık. Eski kente kuzey batısından giriş yaptık. Eğer imkanınız var ise eski kente en azından bir gününüzü ayırmanızı önerebilirim. Bizim ise tam olarak sadece bu günümüz olduğu ve zaman zaman da yağmura yakalandığımız için İsa’nın yardımıyla hızlı bir tur yaptık. Bu sırada şehri yukarıdan gören bir kaç manzara noktasından şehri izleme fırsatımız oldu. Eski kentin böylesine korunmuş olması beni çok etkiledi. Tabi bu sırada İsa’nın önerisiyle girdiğimiz ortaçağ temalı bir restorandan bahsetmezsem olmaz. Restoranın ismi Olde Hansa. Restoran ortaçağdan bugüne kalmış gibi. Aydınlatma sadece kandil ve mumlarla yapılıyor. İçki içtiğiniz kupalardan, servis edilen tabaklara, masaların tasarımından, servis yapan çalışanların kıyafetlerine kadar her şey ortaçağdaki şekilleri ile karşınızda. Fiyatlar bizim bütçemizin biraz üzerinde olsa da yemekleri ve biraları denemeden ayrılmak istemedik ve bütçemizde ufakça bir delik açarak öğle yemeğimizi burada yedik.
Restorandan ayrılır ayrılmaz eski kentin ana giriş kapısı olan Viru kapısına ulaştık. Kente bir de yukarıdan bakmak istediğimiz için droneumuz ile çok da dikkat çekmeden yarım saatlik bir uçuş gerçekleştirdik. Viru kapısının kuleleri ve Viru caddesini kuşbakışı izlemek oldukça keyifliydi. Saat 18:00’e doğru şehiriçi otobüslerine atlayıp Russalka Anıtı’nın yakınlarındaki Baltık denizi ve karşı kıyıda Finlandiya’yı gören sahile geldik. Yakınlarımızdaki konser alanında Rammstein konseri olduğu için etrafımız hınca hınç metal müzikseverlerle dolu idi. Sahilde geçirdiğimiz bir kaç saat sonunda akşam yemeğini evde yapmaya hatta kuru fasülye ve bulgur pilavı yapmaya karar verdik ve gerekli malzemeleri alabileceğimiz bir türk marketi bulmak için şehir merkezine geri döndük. Henüz Estonya’ya geleli bir kaç hafta olmuş ve biraz da olsa ev özlemi çeken ev sahibimiz İsa ve benim için kuru fasülye ve bulgur pilavı ilaç gibi geldi. Ertesi gün Helsinki’ye giden devasa feribota yetişmek için erken kalkmamız gerekiyordu ve Tallinn’deki ikinci akşamımızı da muhabbet ve hikayeler ile bitirdik.
Tallinn’de biri tam olmak üzere iki gün iki gece geçirdik. Bu şehrin hakkını vermek için daha fazla güne ihtiyaç olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim. Ancak Rusya vizemizin başlangıç tarihine az bir zaman kaldığı için Baltık ülkelerini hızlı bir şekilde geçmeye çalışıyoruz. Estonya’nın ziyaret edilecek ve görülecek bir çok yeri var. Öncelikle aklımda suların altında kalmış olan hapishaneyi ziyaret etme fikrim var. Bu ziyaretimizde olmadı ancak Kafabidünya’dan sonra bu ülkenin ve bu güzel şehrin hakkını vermek için geri dönmek istiyorum.
Bu sırada Couchsurfing ve İsa’dan son bir kez bahsetmezsem olmaz. Bence Couchsurfing’in en güzel yanlarından bir tanesi tanışmaların süprizlere tamamen açık olması. İsa ve ben, ikimiz de Türkiye’de doğmuş ve büyümüş ancak yolları hiç kesişmemiş iki insanız. Hasbelkader bir websitesi aracılığı ile Estonya isimli bir ülkenin Tallinn isimli kentinde yollarımız kesişti ve hayatlarımız bir kaç gün de olsa birlikte ilerledi. Şu an Tallinn’den çok uzaklardayım ancak İsa artık hayatımın bir parçası. Ona hem evini bize açtığı için, hem de arkadaşlığı için çok teşekkürler. Tekrar karşılaşıp sohbetlerimize devam edeceğimizden kuşkum yok.
Tallinn’de Ne Yenir & İçilir?
- Kiluvõileib – Aperatif olarak hazırlanan bir yiyecek. Siyah dilim ekmek üzerine balık konuluyor. Bazen haşlanmış yumurta ile, bazen de balıklı yumurta sosu sürülerek yeniyor. Estonyalılar için çok önemli bir yere sahip olan bu yiyecek, düğünlerden, cenaze merasimlerine, doğum günlerinden, yılbaşı kutlamalarına kadar her daim sofralarda hazır ediliyor.
- Mulgipuder muhtemelen bulabileceğiniz en yerel Estonya yiyeceğidir. Patates ve bulgur püresi ile hazırlanan bu yiyecek genellikle pastırma ile birlikte servis edilir. Bu yiyeceği Talinn’de bazı restoranlarda bulabilirsiniz.
- Homemade Bread – Siyah ekmek Estonya mutfağında önemli bir yere sahiptir. Estonyalıların kültürlerinde ekmek ile ilgili bir çok deyim vardır. Ziyaret ettiğinizde en azından bir kez denemelisiniz.